5 Ocak 2013 Cumartesi

HRANT DİNK=ERMENİ SOYKIRIMI FORUMU GEREKÇESİ


Özdemir Asaf, “Ağzında yalan varken konuşma!” der o muhteşem dizesinde; Ermeni Soykırımı konusunda, ağzından yalanlarla köpük saçanlara seslenirmişcesine!
Yalancıların yalanları malum olmasına malum da, bu yalanlaraa “When ignorance is innocence!” (“Cehalet masumiyet olunca!”) deyişindeki üzere, ortak edilmişlere ne demeli?
Gilles Deleuze’nün, “İktidar ezilenlere yatırım yapar, onların içinden onların yardımıyla geçer; iktidar onlara dayanır,” diye betimlediği “Onlar” o kadar çok ki!?
Kim ne derse desin: 1915 Ermeni Soykırımı’nın inkârı, toplumu resmî ideoloji ekseninde rehin alan bir tahakkümdür, bu doğru; ama bunun yanında, “cezasızlığı cesaretlendiren” bir kuralsızlıkla faşizmin sıradanlaştırılmasıdır.
Kardeş bir ulusun, sermayenin Türkleştirilmesi için tarihin tanık olduğu en kapsamlı felaketlerden birine maruz bırakılması, “miş”li geçmiş cümlelerle anılamaz.
“1 milyon 500 + Hrant” (veya Sevag) gerçeğinden gördüğümüz üzere soykırım bugün(ümüz)dür; bir milli futbol maçında “Ayağa kalkmayan Ermenidir!” histerik haykırışlarındaki üzere dumanı üstünde, günceldir.

Şunu kimse inkâr edemez: Ahbarik Hrant’ın katline dâhil olan veya cinayetin perdelenmesinde, aklanmasında üzerine düşeni yapan katiller ve işbirlikçileri devlet tarafından taltif edilmiştir.
Yaşadıklarımızla birlikte, mahkeme süreci ve sonuçları da bunu alenen ortaya koymaktadır.
Hrant’ın katilleri de soykırımın failleri gibi “aklanıp” taltif edilerek, cesaretlendirilmiş, teşvik edilmişlerdir. TCK 301. maddenin lafzına ve ruhuna uygun olduğu üzere…
Bunun böyle olmasında, şaşırtıcı bir şey de yoktur. Çünkü Ermeni Soykırımı’nın 98. yıldönümünde gerçekle yüzleşmeye yanaşılmadığı gibi, gasp edilen Ermeni malları ve el konan kadınlara, çocuklara dair büyük suskunluk hâlâ resmî tavırdır.
Bunun da böyle olmasında, şaşırtıcı bir şey de yoktur. Çünkü Ermeni Soykırımı, kolektif bir suçtur. Bu suçtan egemen ulus kategorisinde yer alan her katman, şöyle ya da böyle nemalanmıştır; H. de Balzac’ın, “Her büyük servetin arkasında, büyük suç yatar” uyarısındaki üzere…
Bu noktada Yahudi Soykırımı’nın gerçekleştiği Almanya’da “gnade der späte geburt” (geç doğmuş olmanın merhameti/affı) tavrındaki bir “aklanma” girişimi, Ermeni Soykırımı nitelemeleri için de geçersiz bir liberal hezeyandır.
Neyzen Tevfik’in, “Stran dîsa ew stran e, di sazan de têl guherî,/ Kulm dîsa ew kulm e, hebe tenê dest guhêrî” (“Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,/ Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti”) dizelerindeki üzere “geçmiş”, bugünde yaşayan dündür.
Sırf bu nedenle “1915’te ben/biz yoktum/yoktuk!” denilerek geç doğmuş olmakla, dedelerin(in) el koyduğu Ermeni birikimleri ile içi içe geçmiş soykırımdan ellerini yıkamak, geçmişi bugünde yaşatmaktır.
Tarihin karanlık sayfalarıyla yüzleşmek, öncelikle suçluların ve suçlarının bugün yürürlükte olan uzantılarını tasfiye etmek demektir. Sıra mallara mülklere el konması konusuna veya Kemalizm döneminin karanlık sayfalarına gelince başını öte yana çevirmek, namuslu ve samimi bir tarih yüzleşmesi değildir. Böylesi bir tutum, kendimizle gerçekten yüzleşmemize izin vermez. Geleceğin de hep eğreti kurulmasına yol açar.
Tam da bu noktada “Hayır” demesini bilmeyenin “Evet”inin de anlamı olmadığını bir an dahi unutmadan/unutturmadan; toplumsal vicdan(ımız)ın (onu öldürmedikçe!) yanılmaz bir yargıç olduğu bilinci ve nihayet Alain Badiou’nun, “Gerçek kuramsal değil, pratik bir iştir,” kararlılığıyla Ermeni Soykırımı konusunda Eduardo Galeano ile birlikte “- Ben diğer bir senim. -Sen diğer bir bensin,” diyerek yan yana geliyoruz bir kez daha, gerçeklerle yüzleşmek için…
Hem de 2005 yılında Osmanlı tapu kayıtlarının Türkçeye çevrilerek internete konması projesini MGK’nın, milli güvenliğe aykırı bularak, konunun kapatıldığı Türkiye’de...